Osmanlı ve Cumhuriyet arşivlerinde araştırma yaparken rastladığım yazışmalarda “Hitabet, belagat ve siyasetin” nasıl iç içe ve nezaketle kaynaştığını ve zarafetle muhataplarını etkilediklerini gördüm.
Bakın ne kadar da arz-ı endam eden hitabet cümleleri:
-Arzı keyfiyet olunur efendim-
Gereğine yüksek müsaadelerini üstün saygılarımla arz ederim.
1951 yılında Yozgat milletvekili Yusuf Karslıoğlu Sorgun Toprak Mahsulleri Ofisi ambarının yapılması için Başbakan Adnan Menderes’e yazdığı bir mektubunu şu sözlerle bitirir: “Sorgun ambarına kapalı depolar yapılmasının delalet buyurulmasını en derin saygılarımla arz ve hürmetlerimi sunarım.
“Ve mektubun altına da el yazısıyla şu notu düşer:
-Bir an önce yapılmasına lutfunuz.
-Takdim kılınmıştır.
İyi, güzel, tesirli ve pürüzsüz söz söyleme olarak tarif edilen “belagat” hitabetle ruh kardeşidir.
Mesela Atatark’ün Nutuk adlı eseri.
Nutuk, “hitabet” sanatının başeseridir.
Güzel bir sözü bağıran, usulüne, üslubuna uygun söylemediğiniz zaman o sözün iyi anlamı hiçbir şey ifade etmez.
“Üslûb-i beyân ayniyle insandır.” Hz Ali’nin söylediği rivayet edilen bu sözün anlamı şudur:
“Kişinin karakteri dilinin altında gizlidir.
”İncelik, ince düşünmek, nezaket, zarafet…
Sesini değil, sözünü konuşturanların toplumda saygınlığı vardır.
Büyüklerimiz “Bazen sükut, kelamdan daha üstün “ derler.
Ama ne yazık ki şu bir gerçek: Kimliksiz ve kişiliksiz bir dünyada yaşıyoruz.
Usül ve üsluptan, hitabet ve belagattan, nezaket ve zarafetten, dolayısıyla edebi ahlaktan uzaklaştık.
İlim bilmek, irfan bilmek, söz bilmek her babayiğidin harcı değildir.
Ama maalesef hitabette ve siyasette aradığımız bu güzelliklerin hiçbirini göremiyoruz.
Seviyesiz üslup, hakaret, öfke, gerilim, bağırma, çağırma…Gel gör ki, bu hitabetin de alıcısı var.Kemal-i hürmet-tam ve kusursuz saygıKemal-i edep-eksiksiz edep ve saygıHuzur-u irfana baş koymak
-Üstün ilim ve zekadan hasıl olan şahsiyetinizin önünde eğiliyorum, diyen kaç kişi görürüz zamanımızda.
Arz-ı tazim ve hürmet-saygı ve hürmetle selamlama kelimelerini bilir miyiz!Öldüreceği kişiye bile hakaret etmeyen bir neslin torunları olarak ibret vesikası bir hikaye ile yazımı bitiriyorum:
-Bir Osmanlı vilayetinde, bizzat görevdeki vali tarafından haksızlığa uğradığını sanan bir vatandaş o valinin huzuruna bir dilekçeyle çıkar. Valinin önüne dilekçeyi koyar. Vali dilekçeyi okur.Rengi atar, başını kaldırıp dilekçe sahibine baktığında artık hayatının sonudur.İlgili kişi ;”vali tarafından nasıl haksızlığa maruz kaldığını uzun uzun anlattıktan sonra” dilekçesini şu cümlelerle bitirir:
-… şahsınız, hakkımda taraflı ve haksız bir karar vermiştir. Bu haksızlığa tahammülüm kalmadı. Beni bağışlayın. Sizi öldüreceğim. Kemal-ı hürmet ve yüksek saygılarımı zat-ı alinize arz ederim efendim… “