EZO GELİN
Allah rahmet eylesin.
Fatma Girik’in vefatını duyduğumda ilk aklıma gelen Ezo Gelin filmi oldu.
Traktör vagonunda Sorgun’a Ezo Gelin filmini seyretmeye gelen köylü kadınları, köylülerimizi hatırladım.
1970’li yılardı.
O zaman Sorgun’u herkes Köhne bilirdi: Eski ismiyle Köhne-i Kebir.
-Köhne’ye Ezo Gelin filmi gelmiş, deyince yer yerinden oynar, köyler sinemaya dolar, dolar boşalırdı. Ezo Gelin haftalarca oynardı.
Yaklaşık yarım asır öncesinden bahsediyorum.
Aram’ın sinema, belediyenin sinema ve yanılmıyorsam Kadir Özdemir'in işlettiği işlettiği açık hava sineması. Sorgun hiç sinemasız kalmadı.
O yıllarda halk daha çok Ezo Gelin gibi dramatik, trajik aile filmlerine düşkündü.
Seyredenler, seyretmeyenlere günlerce bu filmi anlatırlardı.
Ezo Gelin aile faciasını anlatan acıklı bir filmdi.
Fatma Girik ve Tugay Toksöz. Türkiye gerçeğini anlatan bir hikaye.
Saf köylü çocuğu Ali ile evlendirilen Ezo’nun güzelliği dillere destandı.
Çok mutlu bir yuva kuran Ezo ve Ali'nin mutluğuna Kore Savaşı gölge düşürür.
Ali asker olur ve Kore Savaşı’na katılır. İşte hikayenin en acıklı yeri de orada başlar. Ali’nin şehit olduğu haberi gelir.
Eskiden Anadolu’da kanayan bir yara haline gelen bir gerçek Ezo Gelin’in başına da gelir. Ezo Gelin kayınbiraderi ile evlendirilir. Fakat Ali şehit olmamıştır. Köyüne Kore Gazisi olarak döner.
Sonrası malum… Ayrılık, acı, göz yaşı…
Bu filmi seyreden herkes, özellikle kadınlar film bitince sinemadan hüngür hüngür ağlayarak çıkarlardı.
Göz pınarları iki oluklu çeşme..
Ya bugün… 50 yıl önceki Sorgundaki kültürel hayat, sinema kültürü var mı?
Cevabınızi biliyorum:
-Eskiye dair neyimiz kaldı ki, sinemamız olsun, diyorsunuz değil mi!
Sorgun’a Köhne diyen insanlar bile sinemayı biliyordu. Kemal Sunal ile gülüyor, Ezo Gelin ile ağlıyordu.
Ezo Gelin’i seyreden annelerimiz, babalarımız ve bizler o yıllarda gözlerimiz şişene kadar ağlardık.
Ya şimdi. Gülüşümüz başka, ağlayışımız bir başka.
Duymuyoruz, hmiyoruz. Vicdanımız köreldi, gözlerimiz kurudu, hissiyatımız tükendi, kalplerimiz taşlaştı?
Şimdi hangi film ağlatıyor. Hangi dizi yüreğimizi ısıtıyor. Hangi film tarih şuurumuzu yeniliyor.
Hepsi çakma, hepsi riya, hepsi ısmarlama.
“Ağlama” deyince Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu romanı geldi aklıma.
Yazar. Romanın bir yerinde annesi için bakın ne diyor:
-“Ve baktım: Minderde üst üste konmuş iki yastık. (Demek annem biraz rahatsızlanmış ve buraya uzanmış.) Masanın yanında rafın önüne çekilmiş bir sandalye. (Demek annem en üst raftan bir ilâç şişesi almış). Ha... İşte masanın üstünde bir şişe: Kordiyal. (Demek annem bir fenalık geçirmiş.) Minderin üstünde ıslak, buruşuk bir mendil. (Demek annem ağlamış.)
Benim de bu şişeye, iki yastığa ve bir mendile ihtiyacım var, ben de Kordiyal alacağım, uzanacağım ve ağlayacağım.”
Yine gözlerim doldu…
Ağlamak istediğimde bu satırlar gelir aklıma…
Yine de kalbinizde acı, gözünüzde yaş olmasın.